Terapide Ne işe Yarar? "Güvenli Alan: Winnicott’un Terapiye Getirdiği İyileştirici Güç"
- ebruacikgozler
- 15 Eki 2024
- 3 dakikada okunur
Psikoterapi süreci her birey için kendisine has özellikler taşıyan bir süreçtir. Hangi yaştan ya da hangi amaçla başlanırsa başlansın, terapi kişinin kendisini keşfetme ve kendi iç dünyasını anlama çabasıdır. Psikodinamik psikoterapilerin en önemli unsuru ise bu keşif sürecini kişinin farkında olmadığı bilinçdışı ile çalışmasıdır. Sigmund Freud, bilinçdışını insan zihninin en derin ve erişilmesi zor katmanı olarak tanımlar. Ona göre bilinçdışı, bireyin farkında olmadığı ancak düşünce, duygu ve davranışlarını güçlü bir şekilde etkileyen dürtüler, arzular, çatışmalar ve anılarla doludur. Freud’un bilinçdışına dair en önemli fikirlerinden biri, insan davranışlarının ve psikolojik sorunlarının büyük ölçüde bilinçdışı süreçler tarafından belirlendiği düşüncesidir.
Psikoterapi süreci Freud gibi nice öncül teorisyen, doktor ve bilim insanlarının deneyim, düşünce ve bilimsel araştırmalarıyla desteklenerek başlamış ve günümüzde farklı ekollerle, farklı alanlarda çalışan gittikçe güçlenen bir ruhsal tedavi biçimini almıştır. Terapilerde danışanlara neyin fayda sağladığına dair birçok çalışma yapılmış, nice yazılar yazılmıştır. Bu yazımda da Winnicott gözünden terapide ne işe yarar kısımını aktarmak istedim.
Winnicott’un terapide ve ebeveyn-çocuk ilişkilerinde öne çıkan en önemli katkılarından biri, güvenli bir alanın iyileştirici gücü üzerine olan vurgusudur. Güvenli bir alan, bireyin kendini güvende, kabul edilmiş ve yargısız hissettiği bir ortam olarak tanımlanabilir. Bu alanın sağlanması, bireyin duygusal dünyasını keşfetmesine, kendisiyle ve geçmiş deneyimleriyle yüzleşmesine olanak tanır. Winnicott’a göre, terapi ve diğer ilişkilerde gerçek iyileşme, bu güvenli alan içinde mümkündür.
Bir yetişkin olarak hayatın zorlukları karşısında geliştirdiğimiz çeşitli savunmalar ve alışkanlıklar zamanla içsel gerilimlere yol açabilir. Winnicott, bu savunmalardan birini “sahte benlik” olarak adlandırır. Sahte benlik, bireyin dış dünyanın beklentilerine uyum sağlamak için geliştirdiği, aslında kendi ihtiyaçlarını ve gerçek duygularını bastırdığı bir yapıdır. Kişi, bu savunma mekanizmasını hayatının bir parçası haline getirirken, öz benliğinden uzaklaşabilir ve zamanla gerçek duygusal ihtiyaçlarına erişimde zorluk yaşayabilir.
Psikoterapi süreci, Winnicott’un görüşüne göre, bireyin bu sahte benlikten uzaklaşarak gerçek benliğiyle temas kurmasına olanak tanır. Terapist, danışana koşulsuz kabul, anlayış ve güven sağlayarak, danışanın içsel dünyasını keşfetmesine rehberlik eder. Bu süreçte, birey daha önce bastırdığı ya da fark edemediği duygularını anlamaya ve ifade etmeye başlar. Böylece, terapi sırasında birey, dış dünyanın beklentileri yerine kendi gerçek ihtiyaçlarıyla temas kurarak, kendisiyle daha derin bir bağ kurabilir.
Winnicott’un terapiye getirdiği bir diğer önemli kavram ise “holding” yani tutma kavramıdır. Holding, sadece bir fiziksel tutma değil, daha çok duygusal ve psikolojik bir kavramdır. Terapistin, danışanı duygusal olarak “tutması”, ona güvenli bir ortam sunması anlamına gelir. Bu güvenli ortamda, birey geçmiş travmalarını işleyebilir, yoğun duygularını ifade edebilir ve kendisiyle ilgili derin farkındalıklar geliştirebilir. Terapi, bireyin içsel karmaşalarını dışa vurabileceği, yargılanmadan kabul edilebileceği bir alan sunar. Bu da bireyin içsel gerilimlerini çözme ve duygusal olarak iyileşme sürecine girmesine olanak tanır.
Çocuklar açısından bakıldığında, Winnicott’un en bilinen katkılarından biri oyun terapisidir. Oyun, çocukların kendilerini ifade ettikleri en doğal yöntemlerden biridir. Oyun sırasında çocuk, kendi iç dünyasını dışa vurur, korkularını, kaygılarını ve arzularını güvenli bir şekilde ifade edebilir. Oyun, aynı zamanda gerçek dünya ile hayal dünyası arasında bir geçiş alanı sunar. Bu geçiş alanı, çocuğun hem kendisini keşfetmesine hem de dış dünyayı deneyimlemesine olanak tanır. Terapist, çocuğun bu oyun alanında kendini güvende hissetmesini sağlayarak, onun zor duygularını dışa vurmasına yardımcı olur.
Winnicott’un bir diğer önemli kavramı olan “geçiş nesneleri” de çocukların duygusal gelişimi açısından büyük önem taşır. Geçiş nesneleri, çocuğun anne ya da bakımvereninden bağımsızlaşma sürecinde kullandığı, oyuncak ya da battaniye gibi nesnelerdir. Bu nesneler, çocuğun anneden ayrılma sürecinde onu rahatlatan ve bağımsızlaşma yolculuğunda ona destek olan nesnelerdir. Bu süreç, çocuğun duygusal olarak güçlenmesine ve bağımsız bir birey olma yolunda önemli adımlar atmasına olanak tanır. Oyun terapisinde de benzer bir şekilde, oyun alanı çocuğa bu geçiş nesneleri gibi hizmet eder; çocuk oyun oynarken hem iç dünyasını dışavurur hem de dış dünyaya hazırlanır.
Winnicott’a göre, güvenli bir alan yaratmak, hem çocuklar hem de yetişkinler için iyileşme sürecinin temelini oluşturur. Terapi, bireyin duygusal yaralarını sarması, kendisiyle ve geçmiş deneyimleriyle yüzleşmesi için gerekli güvenli ortamı sağlar. Bu ortam, bireyin hem kendisiyle hem de başkalarıyla daha sağlıklı ilişkiler kurmasına olanak tanır. Hem çocukların hem de yetişkinlerin ihtiyaç duyduğu bu güvenli alan, duygusal büyüme ve iyileşmenin kilit unsurudur.
Winnicott’un alana kattığı bu güvenli alan ve holding kavramlarını ipte yürüyen cambazın altındaki güvenlik ağına benzetiyorum. Danışan benliğinin korkutan parçalarını keşfederken, terapi ve terapist bu güvenlik ağını sağlamlaştırma ve danışanı güvende tutma çabasındadır.
Ebru Açıkgözler
Kaynakça:
Freud, S. (1915). The Unconscious. In The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (Vol. 14, pp. 159–215). London: Hogarth Press.
Ogden, T. H. (2004). This Art of Psychoanalysis: Dreaming Undreamt Dreams and Interrupted Cries. International Journal of Psychoanalysis, 85(4), 857–877.
Winnicott, D. W. (1960). The theory of the parent-infant relationship. International Journal of psychoanalysis, 41(6), 585-595.
Winnicott, D. W. (1991). Playing and reality. Psychology Press.